İZMİR'DEKİ İLK YILLARIM


Batı Türkiye'de İzmir Buca'da 1916 yılında dünyaya geldim. Ataları 19. yüzyılda Türkiye'ye gelen Buca doğumlu Eddie de Jongh'un oğluyum. Annem Philis de Jongh, aslen Peacock ailesinden Jim ve Evelyn Peacock'un kızıdır. Jim Peacock Aberystwyth'de doğmuş ve gençlik dönemlerinde İngilizler tarafından yapılan İzmir-Aydın demiryolunda çalışmaya İzmir'e gelmiş. Evlenmiş ve dört kızı olmuş. Sonrasında Mısır Demiryolu Şirketi'nde çalışmaya İskenderiye'ye gitmiş ve orada mühendislik yapmış, sonradan Mısır'ın çeşitli şehirlerinde çalışmış ve Mısır Demiryolu Şirketi'nin genel müdürü olarak emekli olmuş. Kızları Kahire'deki Shepherd Oteli'ndeki balolarda ve Nil Nehri'ndeki gezilerde mükemmel zamanlar geçirmişler. Mısır'da iken önce Kahire'nin görkemli mahallesi Maadi'de, sonrasında da demiryolu evinde yaşamışlar. Emekli olduğunda İzmir'e geri dönmüş. Bu zamanda 40'lı yaşlarının sonundaydı. O dönemde İzmir'de pek çok uygun erkek vardı ancak benim annem Eddie de Jongh ile evlenmiş. Dolly çok zengin olan Eddie Whittall ile evlendi. Sonrasında Eddie'nin işleri kötüye gitti ve hayatlarının kalanında fakir olarak yaşadılar. En son duyduğumda 1930'ların sonunda Çanakkale'de yaşıyorlardı. Kız kardeşi Daisy, İzmir-Aydın Demiryolu Şirketi'nin menajerlerinden Eric Cooke ile evlendi.

Babam, kendi babasının da müdür olduğu Rees Gemi Şirketi'nde çalışıyordu. Ben Buca'da büyüdüm ve ''Büyük de Jongh Evi''nde oturdum. Birinci Dünya Savaşı'nda de Jongh'ların çoğu İzmir'i terketti ve babam bu evde yalnız yaşadı. Savaş sırasındaki bir kaç olayı hatırlıyorum: bombardımanlar ve ailemin askeri hiç bir hedef olmamasına rağmen İngiliz bombardımanına olan öfkesi. Ancak evin mahzenine gidip bomba seslerinin sona ermesini beklerken büyük keyif aldığımı hatırlıyorum. O dönemle ilgili hatıralarımdan biri de ailemle çok dostane görünen Doktor Manikopulos'un ziyaretleriydi. Bu evde üç sene yaşadık ve akşamları yerel sinemaya (not 1) gittiğimizi hatırlıyorum. Babam beni omzuna alırdı ve kışları kendisi sinemaya gazyağı ısıtıcısı taşıdığından dolayı yürümek zorunda kalıyordum. Ayrıca sessiz filmlerin yıldızları Francesca Bertini ve Pola Negri gibi isimleri hatırlıyorum. Savaştan sonra yurtdışındaki aile geri dönerek büyük eve taşındığında, biz halen büyük babamın sahip olduğu ve tüm çocuklarının doğmuş olduğu ''konak'' evine taşındık. Buradaki anlarım daha canlı, üç yaşındaydım ve Lord Byron'ın Buca'ya geldiğinde burada kalması ile ilgili hikayeler çok ilgimi çekiyordu. Yattığı odada üstüne ismini kazıdığı duvar boyanmıştı. Çocuk olarak bile o evde kaldığına dair kuşkularım vardı ve öyle hissediyorum ki, geçmişte bu ev o aileye ait olmasa da, kendisi Werry Evi'nde (not 2) kalmıştı. Morsalkım ile kaplı ikinci katın etrafında dolanan bir veranda ile çok güzel bir evdi. Kokunun nereden geldiğini sorduğumda, bana çiçeklerden geldiği söylenmişti. Siesta sırasında çiçeklerin etrafında saatler geçirirdim. Kokunun nasıl geldiğini görmek için onları büyük bir cam üzerinde sürterdim. Bana beyaz bir yalan söylendiğini farkettim! Bahçenin içerisinde ağaçlarla beraber olmak büyük bir keyifti! Büyük selvi ve ''tchichourdia'' (not 3) ağaçları vardı. Yaklaşık 6 metre yüksekliğindeki büyük bir defne vardı ve ağaç olduklarını düşünmüştüm. Ve 1960'larda Buca'yı ziyaret ettiğimde bu bitkilerin çalıya dönüştüklerini gördüğümde büyük şaşkınlık yaşamıştım. O zamanlarda ''konak evi'' duruyordu ve kiracıları Aliberti'lerdi ama şu anda bu evin durduğu konusunda şüphelerim var. Evin ve bahçenin diğer anıları arasında, babamın arkadaşları tarafından bir “beg fig” (bıldırcın gibi) atışı yapması için ikna edilmesi gelir. Bu kuşlar evlerin yanlarındaki büyük ağaçlara büyük sayılarda gelmeleri için teşvik ediliyorlardı. Bir Pazar sabahı erken uyanıp kahvaltı için masaların hazırlandığı bahçeye geldiğimde bir atış sesi duydum. Av sonrası barbekü için pirinçle birlikte kuşlar yenilecek ve yanlarında rakı ve bira içilecekti. Babam bu fikrin gerçekleştirilmesi için tek bir şart öne sürdü. Başka bir kuş, özellikle bol bulunan bayağı sarıasmalar artık vurulmayacaktı. Bu şart herkes tarafından kabul edildi ve işte o atış sesi gelmeden önce konuklar eve varmaya başlamıştı bile. Ancak Eric de Jongh bu anlaşmayı bozdu, iki kuşu vurarak öldürdü ve babası öfkeyle partiyi iptal etti. İnsanların masaları, sandalyeleri toplaması ve parti için hazırlık yapmasını büyük bir keyifle izlerdim. 

[Öyle görünüyor ki bundan sonraki ifadeleri bir başkası kayda geçirmiş.]

Bay de Jongh'un gençliğindeki bulanık anılardan biri, İngilizler 200 km. kuzeydeki Gökçeada'yı ele geçirdiklerinde, Buca'daki evlerinin mahzeninde olası hava saldırılarından saklanmalarıydı. Babası kısa bir süre bir silah deposunda yatmaya zorlanarak canlı kalkan olarak kullanılmıştı. İki yaşındayken, ilk hatırladığı anısında Edward, uçakların ve bombaların seslerini hatırladığını söylüyor. Sonraki yaşlarında, babasının Gökçeada merkezli Ege istihbarat şefi Compton MacKenzie'yi vaktini İzmir'i bombalayarak boşa geçiren bir aptal olarak tanımladığını hatırlıyor. Daha iyi hatırladığı anıları iki-dört yaşlarındayken Buca'daki sinemaya yaptıkları aile gezileri. Francesca Bertini, Pina Menichelli ve Tulio Calvenati gibi yıldızların oynadığı, hepsi İtalya'dan gelme sessiz filmleri hatırlıyor. Akşamları sinemadan 9-10 gibi, bir elinde kışın soğuklarda aileyi ısıtmak için gazyağı lambası taşıyan babasının omuzunda döndüğünü hatırlıyor. 

1922'deki olaylarda İnciraltı'ndaki evleri tamamen yağmalanmış, bahçedeki bitkiler kökünden sökülmüştü. Mutfak lavabosu gibi alamadıkları şeyleri ise kırmışlardı. Edward'ın ailesi için sonuçları yıkıcı olmuştu. Buca'daki büyük ev ise kısmen yağmalanmıştı. Tüm mobilyalar ve pek çok küçük parça duruyordu. Olaylardan önce Edward'ın annesi ve büyükannesi evdeki kıymetli eşyaları saklamaya çalışmışlardı. Edward yağmalamanın yeni varmış olan Türk birlikleri tarafından değil, ailenin önceden hizmetinde bulunmuş ve içerisi ile ilgili bilgi sahibi fırsatçı yerel halk tarafından yapılmış olduğunu düşünüyor. Bu evden kalan pek çok parça ailenin sonraki nesilleri tarafından alınmış ve Edward'ın elinde bu evden kalma iki sandalye ve bir yemek tabağı duruyor.

Edward, Buca'daki evle ilgili erken yaşta ayrıldığı için çok az anıya sahip ancak soğuk kış akşamlarında ailenin etrafında toplandığı tandır masayı hatırlıyor.

1922'deki travmatik olaylar, çetelerin yaklaştığı zamanlarda Edward'ın büyükbabası Henry de Jongh'un çiftliği bırakıp daha güvenli olduğunu düşündüğü Buca'daki büyük eve gelmeleri için, babasına ısrarda bulunmasıyla başladı. Acı bir şekilde Oscar ve eşi Cleofe de Jongh, Buca'da Türk güçlerince öldürüldüğünde, burasının da güvenli olmadığı ortaya çıkmıştı. Hizmetlerindeki bir Rum kızı korumak isterlerken Türk birliklerinin bir keşif kolu tarafından öldürülmüşlerdi. Sonrasında büyükbabası, Johnny Rees ile aileyi önce otomobille, sonra da bot ile ulaşacakları Reesler'in yatı Mingary'e götürmesi için gerekli ayarlamaları yaptı. Edward yatla ayrılırken ilerlemekte olan bir grup Türk askerinin Bayraklı'daki çıplak bir tepede bir ateş ile uğraştıklarını hatırlıyor. Edward gelişmekte olan olayların heyecanıyla pantolonunu ıslatmıştı ancak ailesi tarafından azarlanmadı. Bu olay da Edward'ın çocuk zihninde bu olayların yarattığı etkiyi gösteriyor. Aile kısa süre sonra yatı kaos halindeki İzmir kordonuna çıkmak için terketti. Britanya hastahane gemisi Maine'e binmek için bunun yapılması gerekiyordu. Kendilerine iki oda verildi ve İzmir Yangını'ndan iki gün önce İzmir'i terkettiler. Malta'ya yolculuk olaysız geçti. İçinde Oscar de Jongh'un kızı Marika'nın ve oğlunun da olduğu Mingary yatı, kocası Douglas Fraser ile buluşacağı İngiltere'ye gitti. Halen yanında bulundurduğu yatın fotoğrafı Bay Fraser'dan Edward'a kalmıştır. Edward'ın amcası Henry de Jongh'un da dahil olduğu bir kaç Levanten İzmir'de kaldı. Kendisi kardeşi Oscar ve eşi Cleofe'un cenaze işleriyle ilgilenmesi için seçilen kişiydi ve büyük evde kalacaktı.

''Türk-Yunan Savaşı'na (1919-1922) hazırlıkları iyi hatırlıyorum. Yunan askerleri İnciraltı'ndaki evimizin önündeki sokaktan uygun adım marşta geçerlerdi. Anne ve babam açık bir şekilde durumdan dolayı endişeliydiler ve çok fazla ziyaretçileri yoktu. Amcam Eric de Jongh'un ziyaretlerini ve İnciraltı'nda büyük bahçelere sahip Issigonis ile uzun konuşmalarını hatırlıyorum. Bahçecilik bu iki insan için büyük bir tutkuydu ve bunun için İtalya'dan bahçıvanlar ithal ediyorlardı. Burayla ilgili anılarım buradan sonra azalıyor çünkü savaş devam etmekteydi ve savaş İzmir'e yaklaşınca Buca'daki büyük evimize taşınmak durumunda kaldık. Büyük evde iki gün kaldık ve annem anneanneme evi toplaması ve değerli eşyaları gizlemesi için yardım etti. Evi terketmeleri gerektiğini biliyorlardı. İşte tam bu zamanda teyzem Cleo ve eşi Oscar de Jongh Buca'daki bir sokakta Türk Ordusu'nun keşif kolu olarak hareket eden düzensiz çeteler tarafından öldürüldüler. Hizmetlerindeki bir Rum kızı çeteler tarafından ele geçirildiğinde müdahale etmeye kalkmışlar. Çeteler kızı almış ve kendileri bunu hayatlarıyla ödemişler. Bu olay meydana geldiğinde, büyük babam tüm ailenin ülkeyi terketmesi gerektiğine kanaat getirdi. Önce küçük bir limana gittik. Sonra botlarla muhtemelen bir Levanten aileye ait, çok büyük bir yata geldik. Bottayken ağlıyordum ve annem bana sarılıyordu ancak tek bir kelime etmiyordu. Çok şaşırmıştım. Yattaki büyük bir salona yerleştik ve pencereler kapalı olduğundan dolayı içerisi çok karanlıktı. Bir ara ailemden sıyrılmayı başardım ve teknenin güvertesine çıktım. Büyük bir ilgi ile kordondaki çatışmayı izledim. Sonrasını hatırlayamıyorum. Hastahane gemisi ''SS Maine''e nasıl ulaştığımızı ve ana limanda gerçekleşmekte olan katliamdan nasıl kaçtığımızı da. Hep bu zamanlara ait bulanıklığın doğal bir şey olup olmadığını merak ederim. Annem ve babam o dönemle ilgili asla konuşmazlardı ve oradaki hastahane gemisine nasıl ulaştığımızı hiç bulamadım. Ve büyük yangını izlemeyi kaçırdım. Malta'ya giderkenki hatıralarımda üst güverteye çıktığım ve üç tane Whittall çocuğu ile oynamam var. Malta Valletta'daki limana bakan büyük otele girişimizi de hatırlıyorum.'' diyor.

Buca'daki İngilizlerden Oswald Barker'ı, Parky olarak bilinen ve tütün şirketinde çalışan Bay Parkinson'ı ve  Buca'daki sosyal hayatın bir parçası olan partilere sıkça katılan eşi Winnie'yi biliyor. Bir tütün şirketi için çalışan ve Türkiye'de kazandığı deneyimle orada da bir tütün çiftçisi olan Bay Walter Pengelley, 1940'larda Rodezya'ya göç etmiş. Edward'ın yorumundan yola çıkarak, Pengelley'in İngiliz ismi olmadığını söyleyebiliriz. Edward daha çok Kernevek kökenli bir isme benzediğini söylüyor. Walter Pengelley ayrıca uzun süre Buca'da yaşayan ailelerden Stevenson'lara mensup olan yeğenini (Edward kendisiyle tanışmış ancak ilk ismini unutmuş) de Rodezya'ya tütün yetiştirmeye giderken kendisine katılması için ikna etmiş. 

Bay de Jongh ayrıca Willie ve Daphne Aliberti çiftiyle de yakın arkadaşlık kurmuştu ve evleri eski polis karakoluna yakın olduğu için halkça ''konak evi'' olarak adlandırılıyordu. Bay de Jongh'un üç yaşına kadar yaşamış olduğu ve babasının doğduğu, eskiden de Jongh'lara ait bu eski eve ait çizimi halen saklıyor. Ayrıca Edward de Jongh'un ailesinden aldığı bilgiye göre, Lord Byron bu evde kalmış ve pek çok yere yaptığı gibi bu evin duvarına da ismini yazmış. Ancak Edward'ın doğduğu zamanlarda oda dekore edilmiş ve üstüne sıva yapılmış. Ancak Edward bu evin yandaki, günümüzde sürüş okulu olarak kullanılan Gordon Evi (not 4) olduğunu belirtiyor. Lord Byron bu aileyle aynı soyadına sahip olsa da, muhtemelen bu aileyle bir akrabalık bağı yoktu. Burada iki tane şiir yazmış: ''mersin'' ve ''Haydee bahçesine gel''. Edward ya Gordon Evi'nin ya da Konak Evi'nin Rees'ler ile akrabalıkları bulunan Werry'lerin eski ikametgahı olduğunu düşünüyor. Edward evin muhtemelen Henry de Jongh'un babası tarafından Werry'lerden satın alındığını ve sonrasında Aliberti'lere satıldığını tahmin ediyor. Yaklaşık yirmi sene önce (1980'ler) Aliberti'ler evi boşaltmış ve Roma'ya taşınmışlar. Daphne Aliberti annesiyle orada bir evde yaşıyor.

Bay de Jongh Atina'da yaşarken Buca'dan gelme pek çok insan ile karşılaşmış. 1920'lerdeki yangından kısa süre önce Forbes ailesi Kifissia mahallesine taşınmış ve burada İngiliz tarzı bir ev inşaa etmişler. Sık sık karşılaşırlarmış ancak kendisinden yaşça büyük oldukları için çok bir muhabbetleri yokmuş. Çocuk sahibi değilmişler. Sonrasında dul kalan Bayan Forbes savaş yıllarında Amerika'da yaşamış. 

Fars kökenli Charles Mıssır Buca'da yaşıyordu ve 1922'de hayattaydı (not 5). Kuru meyve ticareti yapıyordu ve İzmir'deki opera evi ve tiyatronun da sahibiydi. Avusturyalı Julia Heller ile evliydi. Dört kızları oldu. Bunlardan Hilda, Edward'ın amcasının oğlu Henry de Jongh ile evlendi. Hilda Belçika'da, Henry ise İngiltere'de öldü. Kızları Marian Verkerk ile soyları devam etti. Winnie, Parky lakaplı William Parkinson ile evlendi ve Charles ve Anne adında iki çocukları oldu. Elsie, Buca'nın aristokratik baronu Eugene Aliotti ile evlendi. Şimdi Amerika'da yaşayan oğulları Richard dünyaya geldi. En gençleri Mollie, William Martin isimli bir Amerikalı ile evlendi ve halen Amerika'da yaşayan üç çocukları dünyaya geldi.

Bay Purser'a tren sürücüleri tarafından ''mösyö'' diye hitap edilirdi. Kendisi Buca'daki tüm trenyolu hattını yürüyerek geçer ve İzmir'deki ikinci evine giderdi. Tren sürücüleri yürüyeceği saatleri bilir ve ona göre dikkat eder Bay Purser'in ezilmemesini sağlarlardı. Edward Purser'ın ayrıca James isimli demiryollarında çalışan bir yeğeni vardı.

Bay De Jongh'un bildiği bir Bucalı İngiliz aile de Peartrees ailesiydi. Tütün işiyle meşgullerdi. Eski bir Bucalı Bay Guiffray ise bir Werry ile evliydi ve Bay de Jongh 1930'lu yıllarda kendileriyle tanışmıştı. Bir başka Buca ailesi Gondon ailesiydi. Cecil, Kenneth ve kız kardeşleri Phoebe isimlerine sahiptiler. Babaları ve Phoebe İzmir'deki gaz şirketinde çalışıyordu. Başka bir Bucalı aile Gordon ailesiydi. Bay Gordon'ın eşi Whittall ailesindendi. Bir başka Bucalı aile Cooke idi. Cooke ailesi Kasaba Demiryolu Şİrketi için çalışmaktaydı. Bay de Jongh kişisel olarak oğlu Eric'i tanıyor. O da demiryollarında çalışırmış ve Buca'da ikamet edermiş. Edward'ın teyzesi Daisy Peacock ile evliymiş. Pek çok aile gibi 1922'de ayrılarak Londra'ya taşınmışlar. Oğulları Tommy, İkinci Dünya Savaşı sırasında Orta Doğu'da esir düşmüş. Sonraları 1970'lerde İstanbul'a gelerek Catoni firmasında çalışmış.

Başka bir Buca ailesi Blackler ve Paterson ailesiyle akraba olan Reed'lermiş. Blackler ve Paterson aileleri ise yakın akrabaymışlar. Daphne Manussis aslında bir Blackler'mış. Antuan Karakulak'tan alınan bilgiye göre Daphne Manussis'in babası Willie Blackler, 1922'den beri Kifissia'da yaşadığı için 1950 civarında Buca'daki mülkünü sattı. 

Bay de Jongh, Bucalı Barff ailesinin de Blackler ailesiyle bir akrabalığı olduğunu düşünüyor.

Başka bir Bucalı göçmen, babaları yakın arkadaş olan Alex Issigonis'ti. İkisi de bahçe işlerinden büyük zevk alıyorlardı ve İtalyan bahçıvanlar ithal etme dahil hiç bir masraftan kaçınmıyorlardı. Alex Issigonis, Morris araba şirketi için Birleşik Krallık'ta çalıştı ve mini Morris arabaları üretti. Sonrasında bunun için şövalyelik ünvanına layık görüldü. 1988'de Birmingham'da öldü.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Bay de Jongh İzmir'e döndüğünde, sayıları yüz aileyi geçmese de, İzmir'e dönmekte olan az sayıda bir Rum nüfus farketmişti. Buca'nın en ünlü Rumlarından Dimitro Defterigo, babasının bir arkadaşıydı. Eşi Marianthe ve tek oğulları Mano ile birlikte 1922 öncesinde ''lokanta'' denilen yerel bir restoran-otel işlettiler. Buraya da oğullarının adını verdiler: Manoli. Mano, zengin ve aristokratik Baltazzi ailesinden bir kız aldı ve annesiyle beraber Rees'lere ait gemi hattında çalışmak için Mısır İskenderiye'ye gittiler. Annesi savaş yıllarında öldü ve Mano muhtemelen şirket 1956'da kapanana kadar orada çalıştı. Şehrin Avrupa mahallesinde, sahile bakan Stanley Körfezi'nde çok güzel bir villada oturdular. Alex Baltazzi'ye göre, Mano Defterigo babasının kız kardeşi Maria Baltazzi ile evlendi ve ikisi de İskenderiye'de öldüler.

Edward tarafından hatırlanan başka bir Buca ailesi Rum Lorando (not 6) ailesiydi. Buca köyünde fakirlerdi ancak Yunanistan'a göç ettikten sonra zengin oldular. Nikolas Lorendo, Yunanistan'ın en iyi doktoru olarak biliniyordu ve 1940'lar ile 1950'lerde Atina'daki en büyük hastahane olan Evangelismos'un yöneticisi oldu. 

Hiç şüphe yok ki, Buca'nın en ünlü Rum'u Aristotle Onassis idi. Onassis Yunanistanda iken, Atinalı biri olan Ann Haydn'e Edward'ın büyük babası Henry de Jongh'u 1922'den önce tanıdığını söylemiş ve gençken kendisinden iş isteyerek sonunda işyerinde ofis elemanı olarak çalışmaya başlamış. Bu bir aile sırrı değil ve kuşkusuz Henry Onassis'in ileride bu kadar ünlü olacağını asla bilmiyordu. 

Zengin Levantenler ayrıca at yarışına büyük ilgi duymaktaydı ancak öyle görünüyor ki, sonraki nesiller aynı hevese sahip değillerdi. Henry de Jongh, Buca'ya yakın Paradiso'da at yarışlarına katılırmış ve Edward de Jongh'a büyüklerinin söylediği kadarıyla jokeyin şapkası ve elbisesinin rengi pembe ve gri olurmuş.

Bay de Jongh'a göre Prens ve Prenses Borghese Buca'da devamlı oturmuyordu, mülkü kiraya vermiş olmalılar. Prenses Valerie Borghese, İzmir'in Hollandalı Levantenlerinden Keun ailesine mensupmuş. Bay de Jongh'un son eşinin kuzeniymiş. Borghese ailesi aristokrat bir Roma ailesiydi. 16. yüzyılda bir Papa da onların ailesinden çıkmış. Borghese bahçeleriyle biliniyorlar ve Bay de Jongh torunlarının halen Roma'da yaşadığını düşünüyor.

De Jongh Köşkü, Charles Sperco'ya 4,000 pounda satıldı. Kendisi büyük gemi hattı çalıştıran ve sık sık İtalya'ya giden bir İtalyan Levanten'di. Kuzey İtalya'da, Trieste'de ve Bornova'da ofisleri vardı. Buca'daki ev yazları sayfiye yeri olarak kullanıldı. 1930'larda bir uçak kazasında karısıyla beraber hayatını kaybetti. İşini çocukları Billa ve Vera devam ettirdiler. Vera, Edward'ın eşi Tish'in çocukluk arkadaşıydı ve sonrasında bir İngiliz ile evlenerek Avustralya'ya taşındılar.

Edward, Buca tenis kulübünün yapılmasını sağlayan De Jongh arazisinin İzmir tarafındaki yanının, büyükbabası tarafından tedarik edildiğini düşünüyor. Bu kulüp, Birinci Dünya Savaşı'nın başındaki dönemden İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar aktifti. Bir spor kulübünden ziyade, partilerin düzenlendiği, içkilerin içildiği bir merkez konumundaydı. 

Edward, 3-4 yaşlarında olduğu zamanlardan zor da olsa, ilk ''konak evi''nde yaşarken, buradaki büyük ağaçların olduğu büyük bahçeye sonbaharda kuşların geldiğini ve onları vurup pilavla yediklerini hatırlıyor.

Edward de Jongh, 2002



Not 1: Bu sinema Kararas'ın ''Buca'' (1962) kitabında Aktis Sineması olarak adlandırılıyor. Forbes Köşkü'ne yakınmış.

Not 2: H.V. Barff'ın anılarına göre Werry ailesi, Bucalılar tarafından Yeşil Köşk olarak bilinen köşkün ilk sahipleriydiler. Lord Byron, ''konak'' denilen de Jongh'ların eski evi Aliberti Köşkü'nde hiç kalmamıştır. 

Not 3: ''Tchichourdia'' denilerek muhtemelen çitlembik ağacı kastedilmiş ve bölgenin Rum aksanıyla ifade edilmiş.

Not 4: Gordon Evi olarak muhtemelen Bliss Köşkü kastedilmiş.

Not 5: Charles Mıssır 1927'de Buca'da ölmüştür.

Not 6: Lorando ailesi 1922 öncesinde Buca'da eczacılık yapan iki aileden biriydi. (diğeri aynı zamanda akrabaları olan Manikopulo ailesiydi.)



Buca ile ilgili kısımlar İngilizce'den Türkçe'ye çevrilmiştir.

Kaynak: levantineheritage.com

Edward de Jongh'un fotoğraf albümü için tıklayınız.